Kuyucaklı Yusuf...

25 Eylül 2014 Perşembe

| | | 4 yorum



                 Uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı Kuyucaklı Yusuf. Ancak sıra geldi. Bir gece bir kaç sayfa okurum diye elime aldım ve kendimi bir anda nefis bir hikayenin içinde 92. sayfada buldum. Okuduğunuz ilk cümle ile kendinizi içinde hissetmeye başladığınız , yürek burkan insanı hayretler içinde bırakan bir hikaye.

               1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın'ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak Köyü'nü eşkıyalar basar ve bir karı kocayı öldürürler. Cinayet soruşturması için giden kafilenin içinde kaymakam Salahattin de vardır. Gittikleri evde gördükleri manzara karşısında şaşkına dönerler. Onları şaşırtan yataklarında öldürülmüş karı koca değil, yatağın başucuna çökmüş 9 yaşındaki küçük bir erkek çocuğudur. Çocuk öyle sakin, öyle metanetlidir ki onun bu hâli herkesi olduğu gibi kaymakam beyi de şaşırtır ve ilgisini çeker. Çocuk ile sohbete başlayan kaymakam , öldürülen karı kocanın çocuğu olduğunu öğrendiği Yusuf'un haline çok üzülür ve onu alıp kendi evine götürür. Kaymakam Salahattin kendisinden 15 yaş küçük geçimsiz karısı ve küçük kızı ile yaşamaktadır. Kaymakamın karısı Şahinde Yusuf'un gelişine hiç memnun olmaz. Ancak zamanla kızları Muazzez'in en en sevdiği arkadaşı olur. Bu durum gezmeyi çok seven Şahinde'nin işine gelir. Ve yetim,içine kapanık,tüm olaylara karşı fazlasıyla sakin ve vurdum duymaz davranan Yusuf için yeni ama zor bir yaşam başlamış olur. Kaymakam beyin tayini Edremit'e çıkıp oraya yerleştiklerinde Yusuf eski hayatını tamamen unutur. Yaşadıkları taşra kasabasında iyilik, kötülük, arkadaşlık , dostluk, düşmanlık, sevgi ve aşkla tanışan ve tüm bunlarla kendi bildiği yollarla başa çıkmaya çalışan Kuyucaklı Yusuf'un hikayesi, hikayeyi oluşturan karakterlerle birlikte son derece dokunaklı, etkileyici , sarsıcı bir hikaye haline geliyor. Sabahattin Ali'nin akıcı dili ile üzerinden yıllar geçse de  unutulmayan ve bir benzeri daha yazılamayan bir roman çıkmış ortaya.





             Kitabın yazım yılı 1937 , öyküleri ile ön plana çıkan yazarımızın ilk romanı. Kitapla ilgili okuduğum yorumlara bakılırsa herkes için bir başyapıt ve unutulmaz bir eser Kuyucaklı Yusuf. Ama ukalalık olarak algılamayın lütfen, çünkü ben kitap eleştirmeni değil kendi halinde bir okurum. Bana göre bu romanda bir "olmamış" var. Kitabın sonuç bölümü , finali olmamış bana kalırsa. Başından sonuna kadar her türlü ayrıntıyı uzun uzun anlatan, nefis betimlemeler yapan yazar , finale gelince hop diye bitirmiş hikayeyi. Sanki çok uzun oldu bu kitap artık bitireyim demiş gibi, sanki mürekkebi bitmiş gibi ya da sayfam bitiyor bitireyim artık bu hikayeyi demiş gibi hissettirdi bana. Kısacası ben bu finali bu hikayeye yakıştıramadım. Fazlaca hızlı gelindi sona ve bende iz bırakmadı maalesef.

          Okurken hissettiğim bir diğer şey, sanırım kitabın yazıldığı yıl ile bugün arasındaki insan profili farkından dolayı .... Bir insan nasıl böyle kabullenir herşeyi , nasıl bu kadar sabırlı olur ,nasıl "he" der başına gelen herşeye. Yusuf'un bu hallerine deli oldum okurken. "Aaaa yeter artık. " diyecek dedim. Alıp başını gidecek dedim ama gitmedi.

       Bir de kitabın sonuna kadar Kübra ile yolları kesişecek diye beklememi sağlayan bir cümle vardı kitapta. Bu beklenti yaratılmıştı. Ama olmadı. Kübra ve annesi bir anda çıktılar sahneye ve aslında birçok şeyi değiştirebilecekken hiç bir şeyi değiştirmeden geldikleri gibi gittiler de ; giderken o lafı neden söyledi Kübra Yusuf'a?



        Biraz daha anlatırsam kitabı okumamış olanlar için fazla konuşmuş olucam. Sanıyorum yeterince merak ettiniz. Haydi o zaman hemen edinin ve okuyun bu kitabı.

      Önemli bir uyarı yapmadan edemeyeceğim. Kitabı benim gibi Yapı Kredi Yayınlarının 19. baskısından okuyacak olanlar baştaki giriş yazısını asla okunmasınlar. Sağolsun Ahmet Okyar ne var ne yok herşeyi anlatmış çünkü.

    Bu arada kitabın editörü de Ayfer Tunç . Bu da çok hoş bir sürpriz oldu benim için. Ayfer Tunç hayranlığımı söylemeye gerek yok sanırım. Yeni öykü kitabı çıkmış diye duydum ama henüz bakma fırsatım olmadı. Çok konuştum yine söz konusu kitap olunca ben böyle oluyorum işte. Keyifli okumalarla dolu günlerimiz olsun.


Kuyucaklı Yusuf'u okuduktan sonra filmini de izlemek isterseniz belki diye düşündüm :


                                 Yazarımız Sabahattin Ali ve diğer kitapları 










Balat'tan Bat-yam'a ...

21 Eylül 2014 Pazar

| | | 0 yorum

              








      Eli Şaul ile Balat'tan Bat-yam'a bir yol hikayesi...Bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak Hasköy'de dünyaya gelen , tüm azınlıklar gibi sıkıntılarla mücadele eden ve en sonunda doğduğu, kendisini ait hissettiği  toprakları terk etmek zorunda kalan,çok sevdiği Suadiye'ye benzediği için Bat-yam'a yerleşen Eli Şaul'un kendi dilinden , kendi kaleminden ,günlüğünden ve anılarından yaşam öyküsü.




        Varlık vergisini az çok hepimiz biliriz. Ama bu vergiden dolayı canı çok yanan bir insandan dinleyince yaşananları sizin de canınız yanacak.
     
       "1930-1940'lı yılların devlet yapısına keskin ve kapsamlı eleştiriler getiren Eli Şaul, azınlıkların o yıllarda Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşadıklarına tanıklık ediyor. " diyor arka kapak.

 
 
        Azınlıklar konusunda ne düşünüyor olursanız  olun , bana kalırsa herşeyi bir kez de Eli Şaul'dan dinlemenizde fayda var.

        Daha önce okuduğum "İstanbul Mahalleri'nde Bir Gezinti" isimli kitapta aradığım lezzeti bulamadığımı söylemiştim.Kitapla ilgili yorumu okuyanlar hatırlayacaktır. Eli Şaul'un gözünden  tam olarak istediğim şekilde anlatılmış Balat. Eski İstanbul Mahalleleri ve yaşantısı.
    
        Okuyunca siz de anlayacak ve hak vereceksiniz, çok derinde yarası ve ondan dolayı da oldukça sert eleştiriler var. Çok sevdiği Türkiye 'ye veda etmek zorunda kalan  bu beyefendiye katılmıyor olsanız bile okunması gereken bir kitap diye özetleyebilirim.






 

Satranç...

16 Eylül 2014 Salı

| | | 1 yorum
            

         Bu kitabı okumak için elime aldığımda yazarı ile ilgili çok az şey bildiğimi fark edip bir değişiklik yaptım ve önce yazarı ile ilgili bir şeyler okudum. Beş dil bilen yazar Stefan  Zweig 1881 yılında Viyana'da doğmuş.1942 yılında intihar etmiş. Ve kitabımız Satranç intihar etmeden bir kaç ay önce yazdığı  kitap olarak dikkat çekiyor. İntihar öncesi psikoloji ile yazılmış bir uzun hikaye olduğunu öğrendiğimde daha da çok merak ettim Satranç'ı.
     
       

Kaynak :wikipedia
     Savaş karşıtı olan yazar 1.Dünya Savaşı sırasında Viyana'da  gönüllü olarak  savaş arşivinde memur olarak çalışmış. Sonra evlenerek Avusturya Salzburg'ta ağaçlar içinde bir villaya tanışan yazarımız bütün güzel eserlerini bu villada yazmış. Yahudi kökenli yazar Nazilerin baskısı yüzünden (ki villası basılıp kitapları yakılmaya başlanmış), ülkesini terk etmek zorunda kalmış ve Londra'ya yerleşmiş. Daha sonra İngiliz vatandaşlığına geçmek için başvuruda bulunmuş ve yeni bir evlilik yaparak İngiliz vatandaşı olmuş. Konferans vermek için gittiği ülkelerden biri olan Brezilya'ya yerleşmiş (burada sürgün olduğu da söylenmektedir) ve Satranç isimli uzun öyküyü burada yazmış.

     Avrupa'nın siyasal düzenindeki bozulma, Nazi düzeninin kalıcı olduğundan duyduğu korkular ve belki de kendi iç dünyasında yaşadığı bunalım neticesinde 22 Şubat 1942'de Rio de Janeiro'da, karısı Lotte ile birlikte intihar etmiş. Çok üretken bir yazar olan Zweig'in dilimize de çevrilmiş bir çok eseri var.


          Gelelim kitabımıza... New York'tan Buenos Aires'e giden bir yolcu gemisi. Bu gemide yolculuk eden, yaşam  hikayesi oldukça ilginç, kimsenin yenemediği bir satranç dehası Czentovic...Adam geçmişini çoktan unutmuş (burada merak edin ve geçmişini kitapta siz okuyun diye ipucu vermiyorum :) ) küçük dağları ben yarattım edası ile büyük paralar karşılığında satranç turnuvalarına katılıyor.Bu satranç dehası  anlatıcımızın ilgisini çekmiştir bir kere ve bir şekilde yanına yaklaşmaya çalışır. Ancak bu sadece Czentovic'i bir satranç turnuvasına katılmaya ikna edince mümkün olacaktır.
    

    

         Gemide seyahat eden petrol zengini McConner finans sorununu halledince Czentovic , yolcular arasında satranç oyunu ile ilgilenen bir kaç beyefendinin de katıldığı küçük gruba karşı satranç oynamayı kabul eder. Oyun sırasında bizimkiler bir hamle yapacakken oradan geçen bir bey  bu hamleyi yapmayın onun yerine şu hamleyi yapın diyerek sadece sözlü olarak oyuna katılır. Oyuna dışarıdan katılan bu beyin adı Dr.B.'dir. İnanılmaz bir şekilde oyunu kazanırlar ve satranç dâhisi Czentovic  Dr.B. karşısında ilk yenilgisini alır. Anlatıcımız, Dr.B. ile geminin güvertesinde saatler süren bir sohbet edecek ve ancak kitabı  okuyunca öğreneceğiniz inanılmaz bir hayat hikayesine tanıklık edecektir. Sonra neler mi oluyor ? Hiç vakit kaybetmeden bu kitabı edinin ve okuyun diyorum. Ben çok etkileyici buldum. Sizin de beğeneceğinizi düşünüyorum. Lütfen tavsiyem üzerine okuyanlar olursa burada yorumlarını yazsınlar. Şimdiden teşekkür ediyorum...

Ölü Ozanlar Derneği

14 Eylül 2014 Pazar

| | | 1 yorum

             Uzun blog yazıları yazmaktan korkuyorum. Okurken sıkılmayın istiyorum ama bu kitapla ilgili yazmak istediğim o kadar çok şey var ki. Bilmiyorum bunları yazmadan yorum yapmam mümkün olabilir mi?
   
          Ölü Ozanlar Derneği  Kitap Kardeşliği  okuma grubum ile Eylül ayı okumamızdı. Robin Williams'ın anısına okuduk. Kitabın filmini yalnızca bir kere izleyen ya da hiç izlemeyen var mıdır? Sanmıyorum. Çoğumuz defalarca kez aynı duygularla , aynı hüzünle, aynı coşku ile izlemedik mi ? Ben de birçok kez izledim. Kitabını okuduğumu hatırlamıyorum." Okusan hatırlardın." demeyin. Çünkü filmi defalarca izlediğim için , aklımda kalanlar okuduklarımdan mı izlediklerimden mi bilemedim.
      
          Üniversite yıllarımda e tabi eğitim fakültesinde okuyunca Bay Keating idolümdü. Ben de onun gibi sıradışı , alışılmışın dışında eğitim yöntemleri olan bir öğretmen olmak istiyordum. Şimdi mesleğimde 18. yılımı çalışırken dönüp bakıyorum bunu başarabildim mi diye. Zaman zaman evet ama belki de onun kadar cesur olamadım hiçbir zaman.
         
 
 

          Gelelim kitabımıza ... Katı kuralları ve disiplini ile ün yapmış yatılı bir okul. Bu okulda okuyan, ailelerinin ve öğretmenlerinin çok şey beklediği bir grup genç adam. Oysa onların hayalleri , hedefleri çok başka. Bay Keating hayatlarına girene kadar boyun eğmişler kendilerinden beklenilenlere. Bir gün ders kitaplarının sayfalarını yırttırıp çöpe attıran, sıraların tepelerine çıkan ,dersleri sınıf yerine okulun farklı bölümlerinde yaptıran sıra dışı öğretmenle karşılaşınca hayata bakışları değişiyor ve anı yaşamayı öğreniyorlar. Yıllar önce kendileri gibi o okulda okuyan öğrencilerin kurduğu Ölü Ozanlar Derneği 'ni yeniden hayata geçirerek kendi iç hesaplaşmalarını yapıyorlar gizlice toplandıkları mağarada. "Ormana gittiler çünkü bilinçli yaşamak istiyorlardı. Derinlemesine yaşamak ve hayatın iliğini emmek ... " Onlar da öyle yaptılar , biri babasına rağmen bir tiyatro oyununda başrol oynadı , diğeri babasının en yakın arkadaşının oğlunun kız arkadaşına aşık oldu ve aşkı için her şeyi yaptı. Daha fazlasını anlatmayayım ki yaşadıklarını ve karşılığında ödedikleri bedelleri siz okuyun.


         Ne diyordu Uçurtma Avcısı... " Çocuklar istediğimiz renklere boyayabileceğimiz boyama kitapları değildir. " Bırakalım çocuklarımız  kendi renklerini kendileri bulsunlar...
          
         Paylaştığım ilk  fotoğraftaki kocaman silgi BÜYÜK YANLIŞLAR İÇİN... Gerçek hayatta yapacağımız büyük yanlışlar için böyle silgiler yok elbette. Hele söz konusu olan eğitim ve çocuk yetiştirme olunca , yapacağımız ufacık bir hata bile hiçbir silgi ile silinemez. Öyleyse ne diyoruz: " SİLGİN YOKSA YANLIŞ YAPMA. " Anne , babaların ve biz eğitimcilerin hata yapma lüksü yok. Bırakalım da çocuklarımız bizim attığımız temeller üzerinde kendi binalarını inşa etsinler... Çocuklarımıza güvenmeyi öğrenmemiz lazım...









              Bu sefer okuma grubumla farklı bir uygulama yaptık. Okuduğumuz kitabın filmini de birlikte izledik. Kitaptan beyaz perdeye aktarılan en güzel örneklerden biri şüphesiz. Seçilen oyuncular kitaptaki karakterlerle örtüşmüş. Geçtiğimiz ay  üzücü  bir şekilde aramızdan ayrılan Robin Williams  Bay Keating'i bu kadar çok sevmemizin sebeplerinden biri değil mi sizce de ?Nurlar içinde yatsın, ışıklar yağsın bu büyük yıldızın üzerine...


            
          Bir kitabın filmi kitaptan daha çok ses getirince yazar maalesef ikinci planda kalmış. Yazarımız Nancy H. Kleinbaum Amerikalı bir yazar ve gazeteci. Sizlere onunla ilgili de bilgiler vermek için biraz araştırma yaptım ama bulduğum bir kaç blog ve sitede yazarımızın üç çocuk babası :) olduğunu bile yazdıklarını görünce kaynağımdan emin olamadığım için paylaşmaktan vazgeçtim. Yine de burada anmış olalım yazarımızı ve böyle güzel bir eserle bizi buluşturduğu için teşekkür edelim.



  Her zaman güzel gülüşü ile hatırlayacağımız Robin Williams Hakkında:









Filmi bir kez daha izlemek isteyenler için sorunsuz çalışan bir link :








 

Peter Pan Ölmeli

12 Eylül 2014 Cuma

| | | 0 yorum









           Okuma grupları ile okumak çok ama çok keyifli. Aynı kitabı hiç tanımadığınız yüzlerce kişi ile birlikte okuyor, okumalarınızı fotoğraflarla renklendiriyor ve belirlenen günde kitabın sizdeki izlerini okuma grubundaki diğer arkadaşlarınızla paylaşıyorsunuz. Benim takip ettiğim birkaç okuma grubumdan biri de Kitap Ağacı .Eylül ayı için seçilen Peter Pan Ölmeli'yi yanlış bilmiyorsam 234  kişi okuduk.
       

          Kitabımızın yazarı Jhon Verdon. Daha önce Aklından Bir Sayı Tut'u okumuştum. Bu yazarın ilk kitabı idi. Peter Pan Ölmeli de son kitabı. Arada Gözlerini Sımsıkı Tut ve Şeytanı Uyandırma'yı yazdı Jhon Verdon ama ben onları okumadım. Aslında bu kitabı okuduktan sonra da kesin kararımı verdim. Ben polisiye sevmiyorum. Evet çok keyifli , heyecanlı ve merak uyandırıcı. Konuya girdikten sonra sonucu öğrenmeden bırakamıyorsunuz elinizden. Hele Jhon Verdon gibi bir yazarın elinden çıkmışsa tadından yenmiyor. Ama ben okuduğum kitap bana birşeyler öğretsin, bilmediğim kültürleri tanıyayım, arka fonda anlatılan dönemin siyasal olayları anlatılsın, halkların yaşadıkları kaleme alınsın istiyorum galiba. E hal böyle olunca da polisiyenin en afilisi, en zekice yazılmışı bile doyurmuyor beni. Bu benim nacizhane şahsi fikrim elbette.

         Gelelim Peter Pan Ölmeli 'ye ... Kitap polisiye olduğu için ve tabi ki çözülmesi gereken bir cinayet olduğu için çok fazla birşey söylemeyeceğim size. Ağzımdan birşey kaçırıp ta okuma zevkinizi hiç etmek istemem. Kitabın konusu özetle şu ; Diğer Jhon Verdon kitaplarında olduğu gibi ana kahramanımız Süper Dedektif Dave Gurney. Karısı ile birlikte doğal yaşamla iç içe bir hayat sürme planları yapan ve şehir dışında bir evde yaşamaya başlayan  dedektifimiz, bir gün bir arkadaşından yardım çağrısı alır. Çok zengin bir adam öldürülmüş ve cinayet zanlısı olarak karısı tutuklanıp cezaevine konmuştur. Gurney'den yardım isteyen sürgün dedektif Hardwick ömür boyu hapse mahkum edilen dul eşin masum olduğuna ve cinayet soruşturmasında bir çok hatanın yapıldığına inanmaktadır. Arkadaşından yardım ister ve olaylar Gurney'in hiç kimsenin dikkatini çekmeyen ayrıntıları fark etmesi ile okuyucu açısından keyifli hale gelmeye başlar. Buradan sonrası elinizden bırakamayacağınız kadar ilginç , merak uyandırıcı ve sürprizlerle dolu... Peter Pan ile tanışmak için bu dahice yolculuğa çıkmalı ve bu kitabı okumalısınız.

       Benim açımdan bir diğer olumsuz notu da eklemeden edemeyeceğim. Zaman zaman öyle gereksiz diyaloglar var ki. Şimdi bunların konu ile ne alakası var demeden edemedim doğrusu. İşte böyle. Sonuç itibari ile her kitap kendi okuyucu kitlesi için özel ve güzeldir. Polisiye seviyorum diyorsanız kaçırmayın derim. Şimdiden keyifli okumalar.
                                     Yazarımız hakkında daha fazla şey bilmek isteyenlere...
 
 
 
Bunlar da yazarımızın diğer kitapları :
 
 
   Aklından Bir Sayı Tut                                                    
 
                                                                                                                                                 Gözlerini Sımsıkı Kapat                  
 
                                                         
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Evvel Zaman

1 Eylül 2014 Pazartesi

| | | 3 yorum







                Çok keyif alarak okuduğum bir kitap daha. Ercan Kesal'dan okuduğum ikinci kitap. İlki Peri Gazozu idi. Anı okumayı pek sevmememe rağmen çok ama çok beğenmiştim. Evvel Zaman ise bir film güncesi... Bir Zamanlar Anadolu'da filminin oluşum sürecinin anlatıldığı bir günce.
              
                Ercan Kesal filmin oluşum süreci içinde kendi yaşamından da o kadar dozunda paylaşımlarda bulunmuş ki. Tek kelime ile bayıldım diyebilirim.
 


                Bi çok yeni şey öğrendim.
                Bi çok insanı daha yakından tanıdım.
                Bi çok şeyi merak edip araştırmamı sağladı.
                Okurken bi taraftan hiç bitmesin istedim , bi taraftan da çabucak bitirip filmi izlemek için sabırsızlandım. ( Kitap biter bitmez filmi izlemeye başladım ama buraya yazma heyecanım ağır bastı.Filmi izlemeye ara verip şu an size yazıyorum. Yazmayı bitirince hemen filme dönücem çünkü yapım sürecine tanık olduğunuz bir filmi izlemek inanılmaz keyifli. Sanki filmi ben yapmışım gibi oldum vallahi :) ) 
                İzlemem gereken ne kadar çok Nuri Bilge Ceylan filmi olduğunu görüp kızdım kendime sinemayı ihmal ettiğim için. Okumam gereken bi sürü kitap adı not aldım.
                Bana kazandırdıkları özetle böyle. Daha ne olsun?
                Ne anlıyorsunuz şu kitaplardan , oku oku nereye kadar ? diyenlere sözüm.
                Ah bi bilseniz neler kaçırdığınızı ... Okuyun ya lütfen okuyun.
 
 
 
 
 
Bir Zamanlar Anadolu'daFilminin Fragmanı
 
 
Filmin Birkaç Farklı Afişi:
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


Bir Zamanlar Anadolu'da Filmini İzlemek isterseniz sorunusuz çalışan bi link :)

 
 Nuri Bilge Ceylan Hakkında :


Nuri Bilge Ceylan'ın Filmleri
  • Bir Zamanlar Anadolu'da, 2011
  • Üç Maymun, 2008
  • İklimler, 2006
  • Uzak, 2002
  • Mayıs Sıkıntısı, 1999
  • Kasaba, 1997
  • Koza, 1995